16-Nisan-2024 20:24:08

Cankoç Medya Kuruluşudur.

$
Vermeyince Mabud neylesin Sultan Mahmut!

Vermeyince Mabud neylesin Sultan Mahmut!

Bir gün erken bir vakitte Topkapı Sarayı’nda Sultan II. Mahmud, düşünceli bir şekilde aşağı yukarı gezinmektedir. Yanına gelen Vezirine; “Vezirim, gece karışık bir rüya gördüm, içimde bir sıkıntı var. Getir şu bizim molla kıyafetlerini de giyip İstanbul’da bir tebdil-i kıyafet dolaşalım. Halkımızın hali nicedir yakından görelim.”der.

Sultan II. Mahmud ve veziri, molla kıyafetlerini giyerek saraydan çıkarlar. Mevsim yaz aylarından Temmuz ayıdır. Yürüye yürüye öğle-ikindi arasında Üsküdar’a gelirler. Her ikisi de çok yorulmuşlardır. Üstelik hava da çok sıcaktır. Yolda yürürlerken sağ taraflarında, bahçe içerisinde bir kahve görürler. Sultan II. Mahmud, “Vezirim, çok yorulduk, şu kahvede birer yorgunluk kahvesi içelim. Hem de halkımızın durumunu görmüş oluruz.”dedikten sonra kahveye girip, bahçedeki bir masaya ilişirler. Kahvedeki müşteriler bahçede oturdukları taburelerinden kahve ocaklığında bulunan kahveciye, “Dipsiz Baba, bana bir orta kahve yap. Dipsiz Baba, bana da bir sade kahve” şeklinde kahveciye dileklerini bildirirler. Bu durum Sultan II. Mahmud’un garibine gider ve vezirine dönerek, “Vezirim, nedir bu dipsiz baba işi? git bir öğreniver.”der.

Vezir, oradakilerin yanına yanaşır ve “Efendiler, biz buranın yabancısıyız. Kusura bakmazsanız bir şeyi merak ederiz. Kahveciye ‘Dipsiz Baba’ dersiniz. Bunun sebebi nedir?”diye sorar. Oradakiler, “Molla Efendi, kahveci de bizim gibi doğma büyüme Üsküdarlıdır. Biz hepimiz bu kahveye geliriz, kahveci de çok iyi bir insandır. Yalnız ne kadar kahveciyi bir kalkındıralım dediysek olmadı. Vallahi biz de bu işi anlayamadık. Onun için kahveciye ‘Dipsiz Baba’ deriz.”derler.

Vezir, orada duyduklarını Sultan II. Murad’a anlattıktan sonra Sultan Vezirine bir daha dönerek, “Vezirim, git sor bakalım bu Dipsiz Baba’nın evi nerededir?”

Vezir, adresi de öğrenir ve sultana bildirir. Sultan, “Artık öğreneceğimizi öğrendik. Haydi saraya dönelim.”der.

Sarayda Sultan Vezirine dönerek, “Dipsiz Baba için duyduklarıma çok üzüldüm. Bu gece sen de düşün ben de düşüneyim. Bu adamı kalkındıracak bir çare bulmamız lazım.”der.

Gece yatıp sabahleyin kalkarlar. Sultan II. Mahmud, Vezirine, “Vezirim, gece bir şeyler düşünebildin mi, aklına bir şey geldi mi?”diye sorar.

Veziri, “Maalesef Sultanım, aklıma hiçbir şey gelmedi.”der. Sultan, “Benim aklıma bir şey geldi.”der ve fikrini söyler. Vezir de bu fikri çok beğenir.

Bir gün Dipsiz Baba akşam eve gelir ve hanımına, “Hatun, bugün işler beni çok fazla yordu. Şuracığa biraz uzanıp kestireyim.”der, der ama az sonra kapının tokmağı gümbür gümbür çalınır. Dipsiz Baba, “Hatun bak kapıya, benim halim yok.”der. Kadın, kapının yuvarlak deliğinden dışarı bakınca neye uğradığını şaşırır ve hemen odaya koşar. Dipsiz Babaya, “Bugün yine kahvede ne halt işledin? Bostancı Başı ve Yeniçeriler var kapıda, git kendin bak.”der. Dipsiz Baba, “Bir kabahatimiz yok” derse de hanımı inanmaz. Kapı üçüncü defa çalındığında Dipsiz Baba, kapıyı açar. O devirde Bostancı Başı bir eve geldiğinde ya o evin beyinin kellesini almaya gelir, ya da o eve padişahın hediyesini getirir.

Dipsiz Baba, Bostancı Başı’nı karşısında görünce neredeyse dili tutulacaktır. Bostancı Başı, “Dipsiz Baba, arkamda Yeniçerilerin sırıklarla taşıdığı şu iki kazandaki pilav ve hoşafı Sultanım size hediye olarak göndermiştir.”der ve kazanları bırakıp giderler.

Dipsiz Baba, şaşkındır. Bu arada evinin karşısındaki Yahudi komşusu, olan bitenleri pencere perdesi arkasından izlemektedir. Bostancı Başı ve Yeniçeriler gittiğinde hemen koşar gelir Dipsiz Baba’nın yanına ve “Dipsiz Baba, ne vardir?” diye sorar. Dipsiz Baba, “Ne olacak, Sultanımız II. Mahmud, bize bir kazan pilav bir kazan hoşaf göndermiş. Bizde bunları kim yiyecek. Evde bir Köroğlu bir Ayvazız”deyince Yahudi, “Komşi, onin kolayi vardir. Bizde çocik çokdir, beş altın vereyim ben bunlari alayim.”der. Dipsiz Baba, 5 altına gelenleri Yahudi’ye verir.

Sultan, 15 gün sonra Vezirine yine bir tebdili kıyafet edip, “şu Dipsiz Baba’nın durumuna bir bakalım”der.

Yine giderler Üsküdar’a Dipsiz Baba’nın kahvesine. Sultan II. Mahmud, hayret eder. Dipsiz Baba, yine Dipsiz Baba’dır. Durumunda hiçbir değişiklik yoktur. Vezirine dönen Sultan, “Vezirim, bir kazan pilav, bir kazan hoşaf yoksa Dipsiz Baba’nın evine gitmedi mi?”der. “Gitti Sultanım” cevabını alan II. Mahmud, tekrar veziri ile saraya geri döner. Yine aynı akşam bir kazan pilav, bir kazan hoşaf Dipsiz Baba’nın evine gönderilir. Onu da yine Yahudi 10 altına Dipsiz Baba’nın elinden kapar.

Aradan 1 ay kadar bir zaman geçer Sultan II. Mahmud, veziri ile birlikte yine Dipsiz Baba’nın kahvesine gelirler. Gördükleri manzara olacak gibi değildir. Dipsiz Baba, yine aynıdır. Sultan II. Mahmud, Vezirine, “Git ocaklığa şu Dipsiz Baba’yı çağır da ne olduğunu öğrenelim”der.

Dipsiz Baba, Sultan II. Mahmud’un yanına gelir. Sultan, “Söyle bakalım Dipsiz Baba, sana saraydan iki defa bir kazan pilav, bir kazan hoşaf göndermiştim. Onları ne yaptın?”diye sorunca Dipsiz Baba, “İlahi Sultanım, biz evde bir Köroğlu bir Ayvazız. Biz de onları yiyecek kim var?” Öyleyse ne yaptın onları şeklindeki Sultanın sorusuna karşılık Dipsiz Baba, “İlk sefer gönderdiğinizi komşum Yahudi’ye 5 altına ikinci sefer gönderdiğinizi ise 10 altına sattım”deyince Sultan II. Mahmud, “Dipsiz Baba, sen ne yaptın? Ben pilavın arasına senin gururun kırılmasın, açıkta görünmesin diye keselerle altın saklamıştım.”deyince Dipsiz Baba, “Ne yaparsın Sultanım, şu kötü felek bugüne kadar yüzümüze hiç gülmedi. Bundan sonra da gülmeyiversin.”der. Bu söze çok üzülen Sultan II. Mahmud, “Sen canını sıkma. Biz saraya dönünce senin hakkında bir şeyler düşünürüz.”dedikten sonra saraya dönerler.

Sarayda düşünürken Sultanın aklına parlak bir fikir gelir ve bu fikrini vezir de çok beğenir. Yine giderler Dipsiz Baba’ya. Dipsiz Baba çağrılır, Sultan II. Mahmud, “Dipsiz Baba, dikkat et bu artık senin son şansın. Düşündüm, aklıma şu fikir geldi; tayin edeceğimiz bir gün ve saatte Okmeydanı’nda senin eline bir altın gülle vereceğim. Gülleyi fırlatacaksın, güllenin atıldığı yerden düştüğü yere kadar olan bütün yerler senin olacak.”der.

Akşam Dipsiz Baba, Sultan II. Mahmud’un teklifini hanımına söyler. Hanımı da sevinçten göklere uçar. Bu durum İstanbul’da tellallarla gün ve saat olarak bildirilir. O gün gelip çatar. İşte Dipsiz Baba’nın beklediği o en şanslı, o en güzel gün gelip çatmıştır. Bundan daha güzel bir gün olu mu? Sultan II. Mahmud, altın gülleyi Dipsiz Baba’nın eline verir ve “Hadi Dipsiz Baba, beni mahcup çıkarma.”der. Dipsiz Baba’nın hanımı biraz mal canlısıdır. Koşa koşa gelir Dipsiz Baba’nın yanına ve “Efendi, şöyle geril gerilde altın gülleyi bir fırlat ki bütün İstanbul bizim olsun!”der.

Dipsiz Baba, “Hatun, bugüne kadar senin hiç sözünü tutmadım. Senin dediğin gibi olsun”der. Okmeydanı ana-baba günüdür. Bütün İstanbul sanki Okmeydanı’na akmıştır. Dipsiz Baba, gülleyi eline alır, hanımının dediği gibi gerilir, gerilir de bir fırlatır ki gülleyi gülle gökyüzünde daireler çize çize alçalır ve Dipsiz Baba’nın başına düşer. Dipsiz Baba, yere yığılır ve oracıkta can verir. Sultan II. Mahmud, Dipsiz Baba’nın cansız bedeninin yanına gelir ve asırlarca söylediğimiz; “Vermeyince Mabud, Neylesin Sultan Mahmud” sözünü Sultan burada söyler. Yıllarca kullandığımız bir deyimimizin hikayesi de budur.

Osmanlıda İlk Denizaltı

1719 senesinde Sultan 3. Ahmed’in şehzadeleri için İstanbul’da muhteşem bir sünnet düğünü tertip edilmişti. Bu sünnet düğününde sanatkarlar en güzel hünerlerini sergilemişler, sünnet düğünü büyük bir şölen olarak asırlarca anılır olmuştu.

Bu sünnet düğününde Tersane Baş Mimarı İbrahim Efendi yaptığı timsah biçimindeki deniz altı ile sünnet düğününe gelen herkesin taktirini kazanmıştı.

Ağzını açıp kapayan bu timsah su üzerinde yüzerken ağır ağır sulara gömülerek gözlerden kaybolmuştu. Bir saat sonra su yüzüne çıktığında halkın büyük bir şaşkınlık içerisinde yapılanlara inanamadığı görülmüştü.

Bu sünnet şöleni için İbrahim Efendi’nin yaptığı bu timsah, çok ince matematik hesaplarla yapılan, Osmanlıdaki ilk deniz altıydı.

Günün Sözü

Düşmanların mı var? Ne güzel… demek ki; hayatının bir zamanında, bir şey için savaş vermişsin.

Winston Churchill

Cevap bırakın