29-Mart-2024 05:32:21

Cankoç Medya Kuruluşudur.

$
Ya istiklal ya ölüm

Ya istiklal ya ölüm

Askeri Tıbbi’ye öğrencisi Hikmet Efendi, 19 yaşındaydı. İstanbul delegesi olarak 04 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’ne katılacaktı. Arkadaşları onu seçmişti. Aralarında yol parası olarak 9,5 Lira topladılar, Hikmet Efendi, Sivas’a doğru yola çıktı.

Mustafa Kemal Paşa, milli mücadele çabalarını bir elde toplamaya çalışmaktadır. Hikmet Efendi, tıp öğrencilerinin temsilcisi olarak Sivas Kongresi’ne gelmiştir. Ulusal bağımsızlık konusunda da son derece kararlıdır.

Bazı delegelerin yanlısı olduğu ve bazılarının da karşı çıktığı “Manda” meselesi görüşülürken bizzat Mustafa Kemal Paşa’ya; “Manda’yı kabul edemem, mandayı siz kabul ederseniz sizi de reddederim. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetlerim.” Demiştir.

Mustafa Kemal Paşa ise bu vatansever gence dönerek; “Evlat, için rahat olsun. Gençlikle övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlık kalsak bile mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez. Ya istiklal, ya ölüm”der.

Sonra ne olmuştur bu idealist genç? Hikmet Efendi, Mustafa Kemal Paşanın emrinde Kurtuluş Savaşı’na katılmış, savaş kazanılınca Tıbbiye’yi bitirerek doktor olmuştur. Sonra unutturur kendisini… ve kendisine “posta koyan” genci Atatürk bir gün hatırlar; “bulun o değerli genci ve Milletvekili yapın.”der.

Atatürk’ün devamlı yakınında bulunan Mazhar Müfit Kansu, “genç öldü” der. Atatürk, buna çok üzülür, oysa Hikmet Efendi sağdır. Anadolu’nun bir köşesinde doktorluk yapmaktadır. Kendisini Atatürk’e hatırlatmayı hiç düşünmemiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra Mazhar Müfit Bey, öldü dediği Hikmet Efendi’ye rastlar, sarılır, yaptığı yanlışı anlatıp özür diler.

Hikmet Efendi, Balıkesir’den mebus adayı yapılır. Kader yine oyun oynar kendisine… “Balıkesir’in yabancısıdır, nüfus kaydı Giresun’dur.”derler. Adaylığı kalkar. Oysa Hikmet Efendi, Balıkesir Savaştepeli’dir. Aslında Savaştepe’nin eski adıdır; Giresun. 2 yıl sonra da milletimizin takdirini kazanan ünlü sanatçı ve televizyon üstadı rahmetli Orhan Boran dünyaya gelir. Orhan Boran, işte böylesine vatansever bir insanın oğludur. Baba-oğul ikisi de nur içinde yatsınlar.

Not: Manda: Yabancı ülkelerin himayesini kabul etmek anlamındadır.

Yüzbaşı Şerafettin Bey ve 3 kılıç

1889 yılında İstanbul’da doğan Yüzbaşı Şerafettin, 1906′da Harp Okuluna girmiş, 1909′da subay olarak mezun olmuştur.

Şerafettin Bey, 1913′de Üsteğmen, 1917′de Yüzbaşı olmuş, 1922′de İzmir’in kurtarılışından sonra Binbaşılığa getirilmiştir. Kurtuluş savaşından önce, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarına katılmıştır. Adını ise Sabuncubeli muharebelerinde bu muharebe sonrasında gerçekleştirilen Bornova’nın ve İzmir’in kurtarılışında duyurdu.

7 Ocak 1922′de Ankara’ya gelen ve Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilen Buhara Halk Sovyetler Cumhuriyeti elçisinin getirdiği hediyeler içerisinde üç adet kılıç bulunmaktadır. Bu kılıçlardan biri Mustafa Kemal’e, diğeri Batı Cephesi kumandanı İsmet Paşa’ya, diğeri ise “İzmir Fatihi” dedikleri İzmir’e ilk girecek subaya verilmek üzere getirilmişti. Bu kılıçlar Batı Cephesi Komutanlığı emrine alınmıştı.

Başkomutan, Meclis kürsüsünden bunu usluna duyurdu. Bu sırada Beyrut Eşrafından Misbah Efendi de, aynı amaçla 500 altın lira ödül koydu. İzmir’in işgalinden sonra, yüreklerde oluşan İzmir özlemi ve kenti kurtarma arzusu, toplumsal bir milli heyecana dönüştü. Ordudaki subay ve erler arasında büyük bir heyecan seli yarattı. İzmir’e ulaşma düşü, yüreklerde kabarmış alevden bir topa dönüştü. 30 Ağustos günü düşmanın ana unsurlarının yok edilmesinin ardından Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir.” Tarihi emrini alan ordu, İzmir’e akarken, İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki Soy demir, öncü olarak Birinci Süvari Alayını görevlendirdi. Öncülerin öncüsü olma görevi de İkinci Süvari tümeninin 4. Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin’e verildi.

Yüzbaşı Şerafettin’in özel arşivinde, bu anı şöyle geçmektedir: “Anlatılmaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir’e doğru uçuyorduk. Kaçan düşman, köyleri kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladığımız yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün arttırıyordu.”

9 Eylül sabahı 09.00’da Bornova’ya giren genç Yüzbaşı, Halkapınar’a doğru yürüdü. Bir anda müfreze bir fabrikadan ateş yağmuruna tutuldu. Burada Şehit verilen 4 erin başları İzmir’e dönük vaziyette şahadete erdikleri söylenir. (Halkapınar Şehitliği. Ruhları Şad olsun.)

Müfreze yürüyüşüne devam etti. Yönünü Al sancak yönüne çevirdi, 80 kişilik kuvvetle şehre akmaya başladı.

Müfrezesinin başında kente saat 10.30′da giren Yüzbaşı Şerafettin, Kordon’a kurşun ve şarapnel yağmuru altında 40 askerini kaybederek ulaştı. Süvariler, dörtnala kordon boyundan Pasaport iskelesine geldiklerinde, bir Rum’un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafettin’in atının önünde patladı. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, parçalanan atını değiştirerek, yoluna devam etti. Hükümet Konağı’nın önündeyse makineli tüfek ateşiyle karşılaşan Yüzbaşı Şerafettin’i göğsüne isabet eden mermiler de durduramadı. Atından inen Şerafettin Bey, bir gencin uzattığı Türk Bayrağını alıp, görevi tamamladı.

15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgaliyle başlanılan nokta, 3 yıl 3 ay, 24 gün sonra 9 Eylül 1922’de kurtuluşuna mekan oldu. Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin o dakikaları, “Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir’i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya.”diye anlatacaktı.

Bel Kahve’den tarihi günü izleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Fevzi ve İsmet Paşalarla, 10 Eylül sabahı İzmir’e gelişi muhteşem oldu. Kent adeta ayağa kalktı. İzmir’e gelişinden iki gün sonra Başkomutan, Şerafettin Yüzbaşı’ya “İzmir” soyadını verdi. Genç subay, soyadı kanununun çıkmasından sonra İzmir’i kullandı. Büyük Kurtarıcı, Kılıcı da 15 Eylül’de Yüzbaşı Şerafettin’e verdi.

İzmir’in Kurtuluşu

Bütün işgal edilmiş vatan toprakları hergün düşmandan teker teker geri alınıyordu. Başkumandan Mustafa Kemal’in başlattığı “Büyük Taarruz” 26 Ağustos 1922’de top atışlarıyla başladı. Mustafa Kemal paşa’nın o ünlü; “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” komutu ile şanlı ordumuz sel olup aktı düşman üzerine… Yunan Ordusu’nda çözülme başlamıştı ve Yunanlılar işgal ettikleri yerlerden çekilirken taş taş üzerinde bırakmıyor, her yeri yakıp yıkıyordu. Afyon, Uşak, Kütahya, Manisa il ve ilçeleri düşmandan teker teker temizlenip üzerlerinde artık şanlı ayyıldızlı al bayrağımız dalgalanıyordu. 30 Ağustos 1922 tarihinde dünyanın hayran kaldığı bu büyük şahlanış yüce milletimin büyük zaferiyle sona erdi.

09 Eylül 1922 günü Türk ordusu İzmir’e girdi. Yunan ordusuna yataklık eden İzmir’in Rum ve Ermeni ahalisi büyük bir panik içinde Yunan gemilerine kaçıyordu. İzmir’e ilk giren birliğin komutanı Yüzbaşı Şerafettin Bey, İzmir Hükümet Konağı’ndaki Yunan bayrağını indirip yerine göndere şanlı ayyıldızlı al bayrağımızı çekiyordu. Güzel İzmir, hasret kaldığı nazlı bayrağımızı ve kahraman şanlı ordumuzu gönülden selamlayıp alkışlıyordu.

Aynı gün Mustafa Kemal Paşa, yanındaki heyetle birlikte İzmir’e geldi. Hükümet Konağı’na girerken ayaklarının altına serilen Yunan bayrağını işaret ederek; “bayrak bir milletin şerefidir, kaldırın onu” diyerek kaldırttı.

İzmir Hükümet konağına şanlı bayrağımızın çekilmesinden sonra bütün İzmir, sanki “kırmızı gül bahçesi”ne dönmüştü, her evin pencere ve balkonları ile dükkanlar ayyıldızlı al bayraklarımızla donatılmıştı. Nasıl olmuştu da bu bayraklar o güne kadar düşmandan saklanabilmişti, nasıl saklanırdı, buna hiç imkan var mıydı? Mutlaka yoktu! İzmirli kadınlar o yokluk günlerinde evlerinde bulunan her eşyalarını satmışlar, yalnız kırmızı ve beyaz renklerdeki kumaş, masa örtüsü ve perdeleri gelin sandıklarında saklamışlardı. İşte bekledikleri o büyük gün gelmişti! 08 Eylül 1922 gecesi, İzmir bu gece sevinçten hiç uyuyamadı. Ve İzmir’in o muhterem hanımları hayırlı ve milli bir telaşın içersindeydiler o gece.

Gelin sandıkları açılıp saklanan kırmızı ve beyaz parçalar çıkarıldı. Bu gece İzmirli hanımlar sabaha kadar çalıştı. Kadınlar, beyaz kumaştan “Ay” ve “Yıldız” kesiyorlardı. Sabaha kadar kırmızı kumaşlara ay ve yıldızlar dikildi. 09 Eylül 1922’de İzmir’i kırmızıya boyayan bu bayraklar İzmirli hanımlarımızın el yapımı bayraklarıydı.

İzmir, Yunan ordusu tarafından 15 Mayıs 1919 tarihinde işgal edildi. İşgalden sonra başta düşmana ilk kurşunu atan Gazeteci Hasan Tahsin olmak üzere İzmir çok şehit verdi. 10 Eylül 1922 tarihinde 3,5 sene önce Yunan ordusu İzmir’i işgal ederken onları takdis eden kürsülere çıkıp Yunan lehine nutuklar atan Metropolit Hrisostomos halk tarafından linç edildi. Canları ve kanları pahasına cennet vatanımızı istiklale kavuşturup bizlere hür bir vatan bırakan Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere onun silah arkadaşlarına, değerli ordumuzun komutan ve erlerine kahraman atalarımıza, aziz şehitlerimize, İzmir’de ilk kurşunu atan Gazeteci Hasan Tahsin’e, İzmir’e ilk giren birliğin komutanı Yüzbaşı Şerafettin Bey ve erlerine, Karşıyaka semtine yanındaki kadınlarla birlikte giren Kara Fatma’ya ve onun bizzat eğittiği kadın askerlerimize, İzmir halkına, sabahlara kadar kırmızı ve beyaz kumaşlardan şanlı bayrağımızı diken İzmir’in muhterem hanımlarına şükranlarımı sunarım. Hepsinin de mekanları cennet olsun. Güzel İzmir’imizin vatan ve bayrak aşığı değerli halkının kurtuluş gününü candan kutlarım.

Cevap bırakın